12 Ağustos 2012 Pazar

Tanju Okan'ın evi




Mekânlara ve o mekânların içlerinde, aslında duygusal bir bağ kurulamaz gibi duran sıradan eşyalara sıkı sıkı bağlanan insanlar tanırım. Babam gibi.

Saat başı vurup duran gonklu duvar saatine, reçel kavanozuna, resim çerçevesine, lambalı radyosuna, Romen rakamlı kayışı eskimiş kol saatine, formika büfesine, üçüncü kez altını yapıştırıp yapıştırıp ayağında sürüdüğü kadife terliklerine bağlanmışlığı vardır babamın. Ama önce illâ ki Urla İskele'deki yazlık evine.

Kareli pantolonlu, Tokyo terlikli, karpuz kollu-daire kloş elbiseli zamanlarımda satın alınan bir yazlığımız vardı Urla İskele'de. Ben o yaşlarımda İskele'yi; balıkçıların ve teknelerin başından ayrılmayan, ağların üzerinde gerinen kedilerin yaşadığı bir yer olarak biliyordum.

Ne Gelinkaya efsanesiyle, ne Yorgo Seferis'le, ne Necati Cumalı'yla, ne de bağbozumu şenlikleriyle yakından uzaktan ilgim yoktu. Şimdi o günleri hatırladığımda aklımda siyah beyaz bir kaç kare var sadece. Sokakta gece yarılarına kadar bağrış çağrış oynadığımız oyunlar, dizlerimdeki öpülünce geçen yara izleri, ayakkabılarımda ve paçalarımdaki bisiklet yağı, yaz akşamları bahçelerden gelen rakı-balık kokuları, illâ ki türkü mezeli sohbetler. Ve hepsinden önemlisi evimizin yakınlarındaki Tanju Okan'ın yaşadığı ev.

O evin orada olması, televizyonlarda boy gösteren biriyle selâmlaşıyor olması babamı çok gururlandırırdı sanırım. Çünkü yıllar sonra Tanju Okan'ın o muhteşem sesi susup, "anılar saçılınca odaya her yere", babam bahçeye kurduğu çilingir sofrasıyla uğurladı onu, bütün şarkılarını baştan defalarca dinleyerek.

Sonraki yaşlarda paçalarımıza ve ayakkabılarımıza bulaşan bisiklet yağı lekeleri bitti elbette. Dizimdeki yaralar geçti, belli belirsiz izleri kaldı. Zaman başka sızılara yol verdi. Oyunlar, oyuncaklar değişti. Çocuklar büyüdüler... Balıkçıların uğrak yeri olan kahvenin tahta sandalyelerinin yerini plastikler aldı. İskele Camii'nin altındaki çeşmede su sıraları bitti. Küçük balıkçı barınakları yerini balık restoranlarına bıraktı. Türkü sesleri günden güne azaldı, azaldı.

Babamın yıllarını geçirdiği, kendini kapattığı, haftanın yedi günü hiç yorulmadan usanmadan misafir ağırladığı, bahçesinde domates, biber yetiştirdiği o begonvilli ev artık yok. Babam kentin gürültüsüne ayak uydurmaya çalışıyor elinden geldiğince. Arada bir yolumuz o tarafa düştüğünde eliyle uzaktan bir evi işaret edip daha önce sanki hiç söylememiş gibi heyecanla, "bu ev Tanju Okan'ın eviydi, bakın" diyor. Biz de daha önce yüzlerce kez duymamışız gibi yapıp, "sahi mi, hangisi?" diye gülüşüyoruz babama hissettirmeden.

İki gün önce gazetede bir ilan dikkatimi çekti. İlan aynen şöyleydi:

"TANJU OKAN'IN URLA'DA
DENİZE SIFIR EVİ
85.000.-TL
SATILIK"

Hâlâ babama söylemedim. Mekânlar ve eşyalar o yaştakiler için çok şeydir çünkü.

Gazeteyi katlayıp bir kenara koydum ama dizimdeki öpülse de geçmeyecek yara izi kaşındı inceden inceden.

2006 

Yazıdan sonra 'cila niyetine' dinlenebilir... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder