“İnsanların
ölümü seçme hakları vardır”
“O zaman niye buradasınız
doktor? Dışarıda pijamalarıyla ilaç saatinin gelmesini bekleyen hasta kızınız
olsaydı yine aynı şeyi söyleyebilir miydiniz?”
Doktor
ayağa kalktı, elinde tuttuğu bir ilaç firmasının eşantiyonu olan fincana sıcak
su doldururken sordu; “Çay ya da kahve alır mısınız" Başımı hayır anlamında
salladım. Kendisine çay aldı ve masanın öbür tarafındaki yerine oturup
yüzüme bakıp gülümsedi, yoo güldü.
“Buradan
çıktığında tamamen iyileşmiş olacak mı?”
“Sanmıyorum.
Buraya gelen hastaların yüzde doksanı kayıptır bizim için. Kalan yüzde on, eğer
hasta gayret ederse iyileşebilir. Yıllardır burada yatan hastalar var.”
“Sizce
ne zaman çıkabilir?”
“Kesin
bir şey söylemek mümkün değil. Büyük bir olasılıkla yeniden deneyecek.”
“Burada
yeniden denememesi için yatıyor değil mi doktor?”
“Onu
sekizinci kata çıkartan sebep ne olabilir sizce?”
“Bunun
yanıtını belki siz verebilirsiniz, babanızın hastalığı onu sarsmış olabilir;
babanıza düşkün müydü?”
“Hayır,
aksine çok fazla konuşmaz onunla, yalnızca mecbur kalırsa birkaç kelime o
kadar. Aslında Güliz, çocukluğundan beri hiçbirimizle çok konuşmadı. İçe
kapanıklık olarak mı isimlendirirsiniz bilemiyorum ama sanki konuşacak bir şeyi
olmadığı için konuşmazdı o.”
“Ne
zamandır bağımlı?”
“Bizim
farkettiğimiz bir yıl önceden beri ama...”
“Anlıyorum,
benimle irtibatınızı kesmeyin. Size ihtiyacım olacak.”
Tozlu
tül perdelerden gözlerimi aldım ve çıktım odadan. Bir süre kapının eşiğinde
yüzümü düzeltmeye çalıştım. Saçlarımı elimle şekillendirdim. Çantamın sapını
daha sıkı kavradım ve yanıma yaklaşıp sigara, para, yiyecek isteyen hastaları
gözmezden gelerek yürümeye başladım.
L
şeklindeki koridoru dönüp bahçeye çıktım. Eski bir bankta oturuyordu. Elinde plastik
bir su bardağı vardı. Saçlarını şekilsiz, gelişigüzel, kısacık kesmişlerdi.
Onun bu hali bana çok tanıdık geldi. Altı yedi yaşlarındayken aynanın karşısına
geçip saçlarını kesmişti. Annem kıyameti kopartmış; “Beslemelere benzemişsin!
Nasıl düzelir şimdi bunlar? Oğlan çocukları gibi kestireyim dibinden iyice de
gör” diye bağırmıştı. Şimdi de öyleydi işte, beslemeler gibi. Annem görseydi...
Üzerine
büyük gelen pijamanın içinde daha da küçülmüştü. Beni görmedi ilkin. Tam
karşısına geçip dikilsem de görecek gibi değildi sanki. Uykudan yeni kalkmış
olmalıydı. Ses tonumu ayarladığımdan emin olunca ona doğru yaklaşıp seslendim.
“Ufaklık... beni gördüğüne sevindiysen ıslık çal” Bu, çocukken birbirimize
söylediğimiz birşeydi. Bir filmde duymuştuk, hoşumuza gitmişti, sonra da
birbirimize söylemeye başlamıştık.
Başını
hafifçe kaldırıp, kim olduğumu çıkartmak ister gibi gözlerini kıstı. Ne
düşündüğümü anlamış gibi, “Merak etme tanıdım” dedi, “Senden başka hiç kimse
bana ufaklık demez zaten”. Sözcükler çarpık, eğri büğrü, dağınık çıktılar
ağzından. “Bu kez konuşamamam içkiden değil, ilaçlardan” dedi ve ayrı
dağınıklıkla sürdürdü; “düşünmeyelim diye ilaç yüklüyorlar ve hiç durmadan
uyutuyorlar bizi” Ellerini saçlarına götürürken; “Buraya gelir gelmez ilk iş
saçlarımızı kesiyorlar. Kötü mü görünüyorum?” “Hayır” diye yalan söyledim. Kötü
ne kelime, berbat görünüyordu. Burada olmasa, içki içtiğine yemin edebilirdim.
Konuşmakta, gözlerini açmakta zorlanıyordu. Pijamasının cebinden çıkarttığı
sigarayı yaktı, titreyen elini dizinin üzerine bıraktı. “Niye gelmedin?” diye
sordum. Cevap vermedi. Duymadığı düşündüm yineledim; “Yıllardan beri yanıma
çağırdım seni, niye gelmedin?” Herşey ne kadar farklı olurdu düşünsene.” “Eğer
gelseydim, bu ona ödül olurdu. Oysa onun yanında kalmam yaşamının her anını azaba çevirdi.” Bana yanıt veriyormuş gibi değil, daha çok sayıklıyormuş gibiydi. Herşey bu
kadar yeni yaşanmışken onu sorgulamanın zamanı şimdi değildi. “Seni çok
özlemişim” dedim. “Niye geldin? Babamın hasta olduğunu duyduğun için mi, benim için
mi?” “Tabi ki senin için geldim, bunu biliyorsun ufaklık” “Hayır! Bilmiyorum!”
diye çıkıştı. Biraz ürktüm. Bahçede dolaşan hastalar bize doğru baktılar.
Pijamasının içine elini sokup sürekli organını tutan genç bir hasta yanımıza
doğru yaklaşıp sigara istedi. Güliz ona “defol git burdan! Manyak! Sapık” diye
abartılı bir ses tonuyla bağırdı. Hasta sırıtarak uzaklaştı. “Eğer bir tanesine
sigara verirsen, bütün deliler buraya üşüşür. Sigara içmeyen bir tek deli yok
burada. Yüz tır birinci sigarası getirsen, onbeş dakikada biter.”
Kapana
kısılmış hayvan gibi yaşıyordu buradakiler. İleride, açık mavi boyanmış bir
bina gözüme çarptı. Demir parmaklıkla örtülmüş pencerelerinden insan elleri
uzanıyordu ve sürekli çığlıklar geliyordu. Güliz gülümsedi ilk kez; “korma”
dedi, “elektrik veriyorlar, burası tuhaf bir yer değil mi? Aslında çok sık
düşünürdüm delilikle akıllılık
arasındaki çizgiyi... işte şimdi geçtim öte yana... geçtim değil mi?” Yüzüme
bakıp çarçabuk yanıt bekledi. İşte dört yaşlarındaki çocuk yüzü.
“Sen deli değilsin, sadece zor günler
geçiriyorsun o kadar. Bu bir depresyon anlıyor musun? Çıkınca bütün yaşamın
istediğin gibi olacak, bana inan, inanıyor musun?”
“Buradan
çıkamayacağım. Sen de geri dön, anlıyor musun? Yıllar önce çekip gittiğin gibi
git!”
“Güliz
ne oldu”
“...”
“Doktor
senin için endişeleniyor, yeniden deneyebilir dedi, ben senin artık böyle bir
şey yapmayacağını biliyorum.”
“Yapamayacağımı
demek istedin herhalde, görüyorsun ya denesem bile beceremiyorum.”
“Güliz,
anlatmalısın, sana n’oldu bebeğim?”
Cevap
vermedi. Ayağa kalktı. Çok yavaş hareketlerle bir sigara daha yaktı. Koğuşuna
yürürken bir ara dönüp yüzüme baktı ve artık dağınık olmayan, çok net
sözcüklerle; “Bana bebeğim deme” dedi, “Ben o sözcükten kurtulmak için kaç gece
sarhoş uyudum biliyor musun?”
- - -
Bunca
zaman sonra çocukluğumun geçtiği bu eve girmek içimi acıttı. Annemi yıllar önce
kaybetmiştik. Babam geçen ay bir gece uyumak üzere yatağına yatmış, sabah Güliz
onu, tüm vücuduna felç inmiş bir şekilde hareketsiz bulmuştu. Bir ay sonra da
Güliz sekizinci kattan kendisini aşağıya sarkıtmış, elinin birini bırakmış,
diğerini de bırakacağı sırada onu ikna etmek için uğraşan polislerden biri
bileğine yapışıp onu çekmişti. İlginç olan, o gece ağzına bir damla içki
sokmamış olmasıydı. Onu bırakıp yurt dışına gittiğim, -acaba kaçtığım mı
demeliyim?- için kendimi suçladım yıllarca. Ona benimle birlikte yaşamasını
önerdim defalarca. O ise her seferinde reddetti. Yanıtı her seferinde, “eğer
gelirsem bu ona ödül olur” oldu. Ve bugün yine buna benzer şeyler söyledi.
“Kime?” diye sormamın faydası yoktu.
/onu oradan çıkartmalı ve buradan uzaklara
götürmeliyim/
- - -
İçeriye
girdiğimde babam uyuyordu. Işığı yaktım, uyanmadı. Komidinin üzerine ilaçları,
gözlüğü ve gümüşü kararmış iki fotoğraf çerçevesi duruyordu. Birinde Güliz’le
benim fotoğrafım vardı. Camın tozunu sildim elimle. Güliz’e baktım. Hiç
benzemiyorduk. O benden daha alımlıydı. Saçları daha dalgalı ve gürdü. Bu
fotoğrafı hangi yılda çekildiğimizi anımsamıyorum ama benim üniversiteye
başladığım yıl olmalıydı. Güliz olsa olsa oniki, onüç yaşlarında...Çerçeveyi
aldığım yere koydum. Diğer fotoğraf babamla bir çocuğun fotoğrafıydı. Çocuk
babamın kucağındaydı. Başı omuzlarının üzerinden oyulup, çıkartılmıştı. Bu ya
Güliz’di ya da bendim. Çocuğun kıyafeti tanıdıktı ama kimin olduğundan yine de
emin olamıyordum; çünkü benden kalan giysileri daha sonraları Güliz’in
giydiğini biliyordum. Aklımda sorularla salona geçtim.
- - -
“Onunla iletişim kurabilmemiz çok zor. Tedavisi zaman alacak. Hala
ölmekten sözediyor”
“Güliz nasılsın?”
Saçlarım uzuyor, farkettin mi?”
“Evet hayatım farkettim. Hala benden güzelsin, bu saçlarınla bile...”
“Tarağın var mı?” Çantamdan tarak çıkartıp ona uzattım. Hemen saçlarına
götürdü. “Sabahları okula gitmek için acele ederdik hatırlıyor musun?
Annem saçlarımı örer, yüzümden
büyük beyaz kordelalar takardı uçlarına. Sen çıkartıp atardın, ben kızacak diye
korkardım, çıkaramazdım. Hiç yakışmazdı aslında. Yakışmazdı değil mi?”
“Hayır, yakışmazdı.”
“Doktor onlarla konuşmadığını, sordukları sorulara yanıt vermediğini
söyledi; iyileşmek, benimle gelmek istemiyor musun?” Hiçbir şey düşünemiyorum
biliyor musun? Zaten doktorların da istediği bu aslında, düşündürtmemek...
Düşünmemeliyiz. Zaten çok düşünmekten burada değil miyiz? Bizim şimdi ilaçları
içip hiçbirşey düşünmeden bıkmadan usanmadan uyumamız lazım. Ben de öyle
yapıyorum. Uslu çocuk oluyorum. İlaçlarımı içip uyuyorum ve düşünmüyorum.”
“Babamın başucunda duran çerçevedeki çocuk kim Güliz? Sen misin, ben miyim?”
Başını yerden kaldırmadan sigarasına uzandı. Yaktı, bir nefes çekip bıraktı.
“Benim” dedi ve ekledi, “Bir daha beni ziyarete gelme tamam mı, şimdi git
buradan.”
- - -
Bu kente döndüğüm günden beri çocukluğumun ayak izleriyle dolu bu evin
bütün duvarlarıyla, taşlarıyla, köşeleriyle, odalarıyla özlem giderdim. Bir tek
onun, Güliz’in odasına girmeye cesaret edemedim. Nedenini bilmiyorum, korktum
galiba.
Babamın kapısını araladım. Gözleri açık öyle yatıyordu. Ona Güliz’in
yakında çıkacağını söyledim. İyi olduğunu, tedavisinin devam ettiğini söyledim.
İlaçlarını verip çıktım odasından.
Ben
gidene kadar ikimizin paylaştığı odanın kapısını açtım. Güliz herşeyi
değiştirmişti. Duvar kağıtlarından halılara, perdelerden yatak örtüsüne kadar
hepsini kendi zevkine göre yapmıştı. Kitapları, müzik cd.leri, kasetleri,
kalemleri, duvarda kendisinin yaptığı kara kalem tablolar. Sonra o çok sevdiği
gümüş takıları, boş içki şişeleri, dolu içki şişeleri, bira kutuları...
Yatağının üzerine bıraktım kendimi. Başım dönüyordu. Onu, o hastaneden
çıkartacak ip ucu buralarda olmalıydı. Giysi dolabını açtım, dağınıktı,
kapattım. Kitaplarını karıştırdım. Babam onun ve benim kendisi gibi avukat
olmamızı çok istemişti. Ben güzel sanatlar okumakta direnmiştim ama Güliz
babama “Hayır” diyememiş, tercihlerinde hep hukuk fakültesini yazmıştı. İlk
tercihini kazanmasına rağmen ikinci yılın ilk yarısında alkol yüzünden devam
edememişti.
Çekmecelerini yatağın üzerine boşalttım. Kağıtlar,
notlar, arkadaşlarıyla çekilmiş birkaç fotoğraf ve bordo renkli bir defter
çıktı. Defteri açtım. Güzel el yazısıyla şunları yazmıştı:
“Ona aşık oldum ama onunla birlikte olabilmem imkansız. Yarın görüşmek
istemediğimi söyleyeceğim.”
Başka bir tarih, başka bir not: “Bedenim kime ait?”
Sayfaları çevirdikçe ilerleyen bir tarih ve bozulan el yazısının
altında kısa kısa notlar:
“İçmeden sevişebilmem, onu içime alabilmem mümkün değil, bunu ona nasıl
anlatmalı?”
“İçkiyi yine çok kaçırdım. Midem bulanıyor. Ne olacak bunun sonu? Bu
lanet olası içkiden kurtulmalıyım. Ayıkken de bedenimi sevmeyi öğrenmeliyim.
Bunun cezasını niye ben çekiyorum. Lanet olsun!”
“Buradan çekip gitmek ona ödül olur, bunu haketmedi. Her an yanında
olmalıyım; yanında ve sarhoş. Onu bir gün vicdanı öldürecek, felç değil. Bana
yaptığını ödeyecek. Ama şimdi içmeli en iyisi...”
Defterin kalan kısmında başka bir şey yoktu. Bomboştu. “Vicdanı
öldürecek, felç değil derken babamdan sözediyordu. Babam Güliz’e ne yapmış
olabilirdi ki? Defteri yatağın üzerine atıp aceleyle diğer çekmeceleri
karıştırmaya başladım. Kilitlenmiş bir çekmece vardı, anahtarları üzerinde
değildi. Mutfağa koşup bıçak aldım ve kilidi zorladım. Açıldı hemen. Yalnızca
bir zarf vardı çekmecede. Zarfı açıp yazılanları okumaya başladım.
“Aylin,
Bu zarfı bir gün bulacağını biliyordum. Artık yaşamak istemediğime
karar verdim bugün.Yoo.. sarhoş değilim. Uzun zamandan beri ilk kez bu akşam
içki içmedim. ‘Alkolden ne yaptığını bilmiyordu, sarhoştu onun için intihara
kalkıştı’ demesinler diye içmedim. Aklım başımda yani. Uzun süredir ayrı kalsak
da sözcüklerimi anlayabilirsin sen. İmgelerime yabancı değilsin. Ne de olsa
kardeşiz değil mi? Seni çok özledim biliyor musun? Telefon konuşmaları,
mektuplar, ara sıra görüşmeler hiçbiri yetmiyor bu özlemi gidermeye. Yanımda
olmalıydın aslında, hep yanımda olmalıydın. Artık seninle içimde yıllardır
tuttuğum sırrı paylaşmak istiyorum. Bu mektubu bulduğunda yaşıyor olmayacağıma
göre bilmende bir sakınca yok.
Yıllar önce, sen annemle alışverişe gittiğin bir gündü. Ben dokuz
yaşındaydım. Okuldan gelmiştim. Babama sizi sordum, “alışverişe gittiler” dedi.
Salonda gazete okuyordu. Odaya girdim. Önlüğümü çıkartıyordum ki babam içeriye
girdi. “Bana öpücük yok mu?”dedi, ben de yanağımı uzattım. Ama o benim yüzümü
sıkıca tuttu ve dudaklarıma yapıştı. İtmeye çalıştım ama sadece dokuz
yaşındaydım Aylin. Üzerime çıktı. Sürtünmeye başladı. Bedeni ağırdı.
Bağırmadım. Bağıramadım. Hiç ses çıkartmadım. O ise sürekli aynı şeyi
söylüyordu; “Bebeğim korkma. Baban sana kötü bir şey yapmaz” Sonra beni
bıraktı. Kimseye bundan söz etmedim. Yıllar geçip genç kız olduğumda da hiçbir
erkek arkadaşımın bana yaklaşmasına izin vermedim, ta ki sarhoş olana kadar.
Bir erkekle birlikte olabilmek için yıllarca, sarhoş olduğum zaman kadar
bekledim. Beni anlıyor musun? Beni anladığını bilmeyi çok isterdim. Bunu
seninle paylaşamazdım. Sen bana “gel” dediğinde bunu yapmadım, çünkü gözlerimin
içine her baktığında kendi iğrençliğini görmesini istedim. Bana bir daha hiç
yaklaşmadı ama ben bunu bir saniye bile unutmadım. O duygudan beni kurtaran tek
şey içki. Oysa şimdi hangisinin diğerinden daha kötü olduğunu düşünüyorum. İçki
mi, yıllardır bedenimde taşıdığım o ağırlık mı?
Artık vazgeçtim. Herşeyden vazgeçtim. Çok yorgunum. Gittiğim yerde
dinleneceğimden kuşkum yok, senin de olmasın... Güliz”
İntihara teşebbüs ettiği günün tarihi vardı isminin altında. Kalbimin
gürültüsü kulaklarıma geliyordu. Başımın içinde bir uğultu başladı ve ensemde
bir yanma oluştu. Ellerimi, dizlerimi, dişlerimi tutamıyordum. Bütün bedenim
titriyordu. Öğürerek banyoya koştum. Klozetin içine eğilip kusmaya başladım.
Dakikalarca kustum, kustum, kustum... Sonra diz çöktüğüm yerden kalkıp aynada
yüzüme baktım. Güliz’in yüzünü gördüm yüzümde. “Aslında ne kadar benziyormuşuz”
diye geçirdim içimden. Yüzümü kuruladım. Güliz’in odasına gittim yeniden.
Yatağının üzerindeki eşyaları toplayıp hepsini yerlerine yerleştirdim. Ne kadar
içki şişesi varsa hepsini çöpe attım. Sonra kapısını kapatıp çıktım.
Babamın odasından gece lambasının ışığı koridora vuruyordu. Işığını
yakınca gözlerini araladı, yüzüme baktı. Yanına oturdum. Başının altındaki
yastığı usulca çektim ve yüzünün üzerine bütün kuvvetimle bastırdım. Hiç
kımıldamadı, kımıldayamadı. Öldüğünden emin olunca yine başının altına koydum
yastığı, üzerini örttüm. Gece lambasının fişini çektim. Mayıs esintisini
saçlarımda duymak için balkona çıktım.
Doktorun haklı olduğundan emindim şimdi; insanların ölümü seçme hakları
vardı...