12 Aralık 2012 Çarşamba

ADASI OLMAYAN DENİZ


Kitaplığımda kareli kağıtlardan yapılmış küçük gemiler var. Gidememişliklerimi sürekli anımsatan ve çekip gitmeye özendiren kağıttan gemiler... Hiçbir denize açılmışlıkları yok. Hiçbir dalga okşamadı henüz. Hiç tanışmadılar rüzgarla. Limana çekilmiş ve yıllarca orada unutulmuş gibi duruyorlar öylece. Ve insana unutulmuşlarını anımsatıyorlar ısrarla.

***

Yıllar önceydi. Ellerimi masanın üzerinde amaçsız tutmamak içindi sanırım, yanımda duran kareli not defterinin sayfalarından küçük gemiler yapmaya başladım. Bir yığın oldular. O konuşuyordu. Ben katlıyordum. Konuşuyordu. Katlıyordum. Çok uzun konuştu.

“Bırak kağıttan gemiler yapmayı. Çekip gidemiyorsun nasılsa.”

Elini uzattı, kağıt gemilerimden birini aldı. Kalemini çıkarttı, üzerine çok sevdiğim o şairin, çok sevdiğim bir dizesini yazdı ve şarap kadehimin içine bıraktı.

“Saçlarını aç…”
“Efendim?”
“Saçlarını aç dedim.”
“Niye?”
Yanıtlamadı. Elini uzattı saçlarımı saran tokayı çıkarttı. Sadece, “Ne çok itiraz ediyorsun  sen…” dedi bekleme odaları kadar  sakin bir sesle.

Gemi, lal rengi bir denizde yüzüyordu artık. Lal bir denizde ve bir fanusun içinde nereye kadar gidebilirdi ki? Nefesimi rüzgar yapıp az öteye uğurladım ve bir yudum deniz suyu dolaştırdım dilimin üzerinde. Başka dilde konuşan insanların kentinin ışıkları görünüyordu karşı tarafta. Bizim denizle, onların denizinin arasında balıkçılar gidip geliyorlardı. Karanlıkta görünmüyorlardı ama motor sesleri ve yüksek sesle söyledikleri türküler duyuluyordu kısacık sürelerde.
“Bir türkü söylesene…”
“Ben türkü bilmem.”
“Şiir oku o zaman” Aklıma hemen geliveren bir şiirin ilk mısrasını okuyorum. Kadehini kadehime vuruyor. “Şu denizi dalgalandıralım” diyor. Dalgalandıralım.

“Sen git artık” diyorum ağzımdaki yudumu bitirdikten sonra. Kadehimdeki şarabı işaret ederek, “Artık gidemem” diyor, “Baksana gemim su almış” “O seni en yakın adaya kadar götürür” diyorum. Gülüyor, “Sen bu denizde bir ada görüyor musun? Ben görmüyorum.”

“Gemiler, rüzgarı adalarla aldatır. Adalar; ‘rağmen seven’ kadınlar gibidir biraz da... Yani,  gemilerin gitmek isteyip de dümen kıramadıkları yalnızlıklarıdır. Aslında her denizin adası yoktur. Bazen durup durup iskele altlarına sokulmaları da bundandır. Bunu biliyor muydun?”
“Hayır” diyorum. “Ben her denizde bir ada olduğunu sanıyordum... Sen git artık.” Duymazdan geliyor; “Bana bir şiir daha oku…”

Şiir okumuyorum. Kadehimin içindeki kırmızıya dönmüş kağıt gemiyi çıkartıp, şarap şişesinin mantarının üzerine koyuyor. Üzerine yazdığı yazı akmış, harfler birbirine karışmış. Masanın üzerinden bir kağıt gemi daha alıyor, üzerine bir şeyler yazıyor bir kez daha ve kadehimin içine bırakıyor. Ceketini giyiyor ve bir kez daha gidiyor.
Kadehimdeki kağıt gemi uzakları özendiriyor. Üzerinde onun el yazısıyla; “Ruhun Gemisi” yazıyor.

Başka dilde konuşan insanların şehirlerinin ışıkları görünüyor belli belirsiz. Uzaktan motor ve türkü sesi duyuluyor. “Haklısın” diyorum kendi kendime; Her denizin adası yoktur…”