8 Ağustos 2012 Çarşamba

son/BAHAR



Seni ilk gördüğümde bir başka öyküden henüz çıkmıştın.
O öykünün İsmi, “Oyun Arkadaşları”ydı yanlış hatırlamıyorsam.
Üzerinde ne vardı, hava nasıldı gibi gereksiz ayrıntılara girmek istemiyorum.
Yalnızdın.
Hem de “ben alışkınım” dediğin yalnızlıklara benzemeyen, alışkanlığının dışında bir yalnızlıktı bu. Yıllar sonra çok uzak bir kentten gönderdiğin, üzerinde o kentin barok tarzı yapılarını gösteren kartpostalın arkasına “şimdi yaşadığım yalnızlığın kendimin olmadığını anlıyorum” diye yazmıştın.
Gece karası saçlarından başka dikkat çeken bir özelliğin yoktu. 
Çok alımlı, çok dişi, çok albenili biri değildin. 
Yani hiçbir erkek senin yanından geçtikten sonra dönüp arkandan bakmazdı bence.
“Kadın yöneticilerle çalışmayı sevmiyorum” dediğim bir gün bana; “Benim için fark etmiyor. İddialı biri değilim ya, onun için rahatsız olmuyorlar benden” demiştin.
Önce ismini beğenmedin. “Bu isim bana yakışmadı, değiştiremez misin?”dedin ama bu öyküdeki kadına en uygun isim buydu : BAHAR
Aslında belki de haklıydın; ismin konusunda yani. 
Senin baharı anamsatan bir halin kesinlikle yoktu.
Daha çok, sonbaharı anımsatıyordun bana. 
Hüzünlüydün. 
Galiba hüznün sana yakıştığını söylemişti birileri.
Sen de yazıldığın bütün satırlar boyunca bu yalana inanmıştın.
Belki de hüznü sana ben yakıştırdım farkında olmadan. 
Öyküye öyle bir kadın gerekiyordu.
Benim de bu öykünün yazarı olarak bu kadarına hakkım olduğunu düşündüm.
Şimdi öykünü kendin anlatabilirsin.
Ancak bilmelisin ki, öykünün sonuna kadar yanından bir harf boyu bile ayrılmayacağım ve ara sıra kendimi sana hatırlatacağım.
Bahar, bir öykünün yazarı ile kahramanı arasında 
duygusal bir bağ oluşuyor ister istemez.
Öykü bittiğinde ve seni uğurladığımda hemen git olur mu?

 ***

İçerisi ne kadar sıcakmış meğer; dışarıya çıkınca fark ettim havanın ayazını. “Aslında hava soğuk değil, sen kansızsın da ondan üşüyorsun” derdi Nihat. Peki şimdi ne olacak? Yaşadığım bunca şeyi, her anı hissede hissede yaşadım başından beri. her şeyin farkında olarak yaşadım. Ayıktım. Ayşen bankada yanıma gelip, “Bahar, seninle konuşmalıyım” dediğinde de ardından “Dün geceyi Nihat’la geçirdim” diye konuşmasını sürdürdüğünde de ayıktım. Tüm duyguları hiç kaçmadan yaşadım. Hep sonuna kadar, duya duya…

***

“Seninle konuşmalıyım”
“Olur. Yüzün çok kötü. Önemli bir şey mi var? Ne oldu?”
“Önemli. Hem de çok. Bahar, biz dün geceyi Nihat’la birlikte geçirdik.”


Kahretsin! İşte yine aynısı oldu. Yine kilitlendim. Ağzımı açıp bin tane şey söyleyebilirim halbuki. Bu susmak beni delirtecek bir gün.

“Hiçbir şey söylemeyecek misin?”
“…”
“Kızdığını biliyorum ama oldu işte. Birbirimizden çok etkilendik. Benim yerimde sen olsaydın ne yapardın?”
“…”
“Bahar konuş allahaşkına! Susma böyle! Bişeyler söyle!”
“Ben de aynı şeyi yapardım Ayşen, eğer duymak istediğin buysa…”

***
Ayşen’e ‘aynı şeyi yapardım’ derken bile emin değildim, gerçekten onun yaptığını yapar mıydım? En yakın arkadaşımın birlikte olduğu, taptığı adamla tanışmak için can atıp, sonra da o adamla yatar mıydım tanıştığımın ilk gecesi?

***
Sonra ne kadar da çabuk ilerledi her şey. Bir film izler gibi uzaktan, hiç sokulmadan izledim “onları.” Onlar… Nihat evin şımarık oğlu. Bir yanında yeni sevgilisi; arkadaşım, sırdaşım Ayşen. Diğer yanında eski sevgilisi ben… O mutlu.

Her şey çok karışık. Sanki bu sac ayağının biri ben değilim. Sanki “onlar” benim yaşamıma hiç girmemişler de ben kendi yazdığım bir öyküde, kendi kendime kurgular çoğaltıyorum. Belki daha önce terk etmeliydim, illaki nikahı beklememeliydim görüşmemek için.

***
Elime açık sarı renkte, üzerine siyah yaldızlı zarfı uzatırken soruyor Ayşen; “geleceksin değil mi? Mutluluğumuzun tek şahidi sensin biliyorsun. Nihat da çok sevinir gelirsen.”
Kocaman, kalın bir defter önüne uzatıldığında adının altına imzasını atarken, gözucuyla beni arar davetlilerin arasında. Bulduğunda da gülümser ve “iyi ki geldin, çok sevindim seni gördüğüne” der bal gözleriyle. Der mi?

“Yol uzak biliyorsun. Bu şehirde evlenseydiniz belki… Üstelik bankadan izin almam mümkün değil. Yine de çalışırım gelemezsem ikinizi de şimdiden kutlarım.”

Aslında davetiyeyi elime tutuşturduğunda ne yapacağımı, gözlerimi nereye saklayacağımı planlamıştım önceden. Ama olmadı işte… Kutlarmışım! Neyi kutluyorum? Ne iyi ettiniz çocuklar! Ne iyi ettiniz de evlenmeye karar verdiniz! Mutluluklar dilerim!

“İstanbul’a gitmeden birkaç gün önce arkadaşlar arasında parti verelim dedik. Nikaha gelemesen bile, partiye gelirsin herhalde. Bankadan da birkaç kişiyi çağıracağım. Hem işyerindeki arkadaşlarla veda gibi olacak. Biliyorsun nikahtan sonra çalışmama izin vermiyor Nihat. Öyle kıskanç ki… İleriyi düşündükçe bazen korkuyorum”
Elimdeki dosyayı sımsıkı tutmuşum. Ona doğru uzatıyorum. “Görüşürüz Ayşen… Salih bey bu dosyayı istemişti de”
“Haa aklımdayken, bu akşam Nihat’la Alsancak’ta buluşacağız. Sen de gelir misin? Ona da sürpriz olur, ne zamandır görüşmüyorsunuz. Görüşmüyorsunuz değil mi?”
“Hayır Ayşen Nihat’la uzun zamandır görüşmüyoruz. Endişelenecek bir şey yok”
“Yok canım, neden endişeleneyim ki?”
“Akşam başka bir sözüm var. Yine de teşekkürler. Nihat’a selamlarımı ilet lütfen.”

***

Oysa hiç de söylediği gibi değildi. Endişeleniyordu besbelli. Onu hala sevdiğimi seziyordu. Onu iyi tanıyordum. Seziyordu fakat burnu yukarıda, omuzları dik, kendinden emin yürümeyi, saçını savura savura bankanın içinde gezinmeyi seviyordu. Her adımını “O beni seviyor” der gibi vuruyordu yere. Ya da bana öyle geliyordu. Ne zaman bir araya gelsek –ki bu genellikle öğle yemeklerinde olurdu- mükemmel aşklarından sözediyordu. Benim duygularımı, acılarımı görmezden geliyor, bir zamanlar Nihat’la benim birlikte olduğumu çoktan unutmuş görünüyordu.

***

“Nikaha gelemediğine çok üzüldüm. İzin alamadın sanırım değil mi?”
“Hayır. Sana söylemiştim izin alamayacağımı biliyorsun. Nerdesin?”
“İzmir’deyiz. Artık evimize döndük. Nihat’ın izini dün bitti. Kutlamak için evimize gelirsin herhalde. Hatta yemeğe gelmelisin.”
“Sesin iyi geliyor. Eee… ev kadını oldun ha?”
“Evet. Belki bir zaman sonra özlerim çalışmayı ama şimdi keyfim yerinde. Az sonra Nihat gelecek. Biliyor musun Bahar, evlilik gözümüzde büyüttüğümüz gibi değilmiş. Bugün 23. gün ve o hala benden boşanmak için bir avukata başvurmadı inanabiliyor musun?”

***

Bunu bana neden yaptı, hiçbir zaman anlamadım. Neden sürekli mükemmeli oynadı? Neden evine, yemeğe, kahve içmeye, partilerine beni de çağırdı durdu bıkıp usanmadan? Neden canımın acıdığını bile bile o yaranın kabuğunu kaldırdı?

***
Ben Nihat’ı “Rağmen” sevdim. Herşeye rağmen. Şımarıklıklarına, kaprislerine, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannetmesine, bencilliğine rağmen sevdim. Benim sevgi tanımım böyleydi. Rağmen sevmekti. Bunu en iyi Nihat bildiği için belki de evlendiklerinden iki ay kadar sonra bir akşamüstü arayıp “bana bir bira ısmarlasana ortak” dedi.
Ortak! Ne zaman bulmuştuk bu sözcüğü? İlk kim kime söylemişti? Bana ‘Ortak’ diye hitap ettiğinde herşey yolunda demekti. Oysa şimdi yolunda giden bir şey yok ki…

***

“Bana bir bira ısmarlasana ortak”
“ Nihat!”
“Adımı unutmamışsın. Seni özledim”
“Ayşen nasıl?”
“İyi. Bir haftadır ailesinin yanında Ankara’da”
“Ayşen olmadan görüşmemiz doğru gelmiyor.”
“Hadi Bahar, bırak bunları. Seni özledim. Aynı saatte, aynı yerde. Anlaştık mı?”
“Hayır”
“Bahar, özledim seni. Sadece bir bira… Görüşürüz tamam mı canım.”

***

Ayşen’den intikam almak değildi niyetim. Onun yokluğunu fırsat bilip Nihat’la birlikte olmak da değildi. Çünkü Ayşen’i çok büyük bir tutkuyla sevdiğini çok iyi biliyordum. Zaten Nihat’ın da benimle birlikte olmak gibi bir düşüncesi yoktu. Yalnızdı ve sanırım sohbet edecek birisine ihtiyacı vardı. Böyle zamanlarda en iyi dert ortakları eski sevgililerdir nedense. Biz de ortak değil miydik?

***

“Eee biz ortak değil miydik?”
“Öyleydik elbette. Ayşen nasıl?”
“Mükemmel! Biraz asi, biraz başına buyruk… Onu bilirsin işte. Benim kıskançlıklarım onun dik başlılığıyla birleşince… Belki de bunu yaşamayı seviyoruzdur kimbilir? Sen nasılsın? Birisi var mı hayatında?”
“Bunu bana soracak en son kişi sensin Nihat. Bu seni ilgilendirmez.”
“Sana çok haksızlık ettik Bahar, ne desen haklısın.”
“…”
“Susuyorsun yine”
“Onu istedin. Sen seçimini yaptın ve onunla evlendin. Buraya kadar tamam. Anlayamadığım bundan sonrası. Beni neden aradığın yani.”
“Seni görmek istedim. Konuşmak istedim. Beni de onu da en iyi sen tanıyorsun. Bana yardım etmelisin. Bahar, onu çok kıskanıyorum. Herkesten, herşeyden. Eski sevgilisiyle hala görüştüğünü düşünüyorum. Hani şu bankadaki, biliyorsun işte. Bu düşünce beni deli ediyor. Ayşen saçmaladığımı söylüyor. Bu çok pis, acıtıcı bir duygu. Sence n’apmalıyım Bahar?”
“Sen çok bencil bir adamsın Nihat. Beni karşına almış, karını nasıl kıskandığını anlatıyorsun. Üstelik benden yardım istiyorsun. Ne diyebilirim ki sana, hastasın sen, hasta!”
“Haklısın. Bunları seninle konuşmamalıydım. Özür dilerim. Kalkmak istediğin zaman kalkabiliriz. Belki biraz yürümek istersin. Ya da evine bırakayım seni.”
“Tamam”

***

O geceyi onunla geçirdim. Ve ondan sonra bir çok geceyi... Ama Nihat’la yeniden “ortak” olmayı asla beceremedim.
Ayşen, Nihat’ın en büyük zayıflığıydı. Onu deli gibi seviyor; dahası ona hastalık derecesinde tutkundu. Ve tutku, hastalıklı bir duygudur. Bağımlılıklarına bağlı bir insandı Nihat ve Ayşen onun yaşamındaki en büyük bağımlılıktı. Bunları biliyordum elbette. “Rağmen” istiyordum onu. “Rağmen...”
“Bana bir bira ısmarlasana”yla başlayan bir akşamın sonu, ya onun bürosunda, ya da ikinci sınıf bir otel odasında sevişmeyle bitiyordu. O durmadan Ayşen’i anlatıyor ama benimle sevişiyordu. Çünkü karısı Nihat’la birlikte olmaktan, ona dokunmaktan keyif almadığını çok açık bir şekilde söylemişti. Bu, elbette önemli bir sorundu. Nihat bu aşağılanmaları duydukça zedeleniyor ve Ayşen bilinçli ya da bilinçsiz Nihat’ın ruhunu hasta ediyordu. Sonunda bana geliyordu Nihat. İyileştirip, güvenini de cebine koyup onu karısına geri gönderiyordum. Bense onunla her buluşmamızın sonrasında biraz daha kırık, biraz daha canı yanmış, biraz daha hasta olarak yalnızlığıma dönüyordum. Kendimi, yaralarını kimseye göstermeyen bir kedi yavrusu gibi hissediyordum. Sokak aralarından gece yarıları geçip, yüzümdeki tırnak izlerinin sabaha kadar geçeceğini umarak uykuya dalıyordum. Canım yanıyordu. Hem de çok. Ne onun karşısına çıkıp “Beni bırak” diye bağırabiliyor, ne de “onun kadını” olabiliyordum. Sahi ben onun hayatında neredeydim? Merkezinde Ayşen olduğuna göre, ben daha kenarlarda biryerlerde olmalıydım. Olsundu. Çünkü herşeye rağmen...

***

Bahar, bu sözcüğü ben bulmadım.
Üstelik sevmedim de...
Ben bu kitabın yazarı olarak, Rağmen  sözcüğünü bu öyküden çıkartıyorum.
Kurgu böyle değil biliyorsun. Ben o rolü Ayşen’e vermek istemiştim.
Ya Nihat? Onun bu hastalıklı karakteri tamamen senin fikrin Bahar.
Yanlış bir öykünün satır aralarında geziniyorsun.
İstersen şimdi çıkıp gidebilirsin ama sen inatla kalmayı seçiyorsun.

***

“Bahar, ben Ayşen. Seninle bu akşam iş çıkışında görüşebilir miyiz?
Lütfen hayır deme. Bu çok önemli!”
“Kötü bir şey mi oldu? Sesin pek iyi gelmiyor. Nihat nasıl? Hasta falan değil ya?”
“Nihat’ın sağlığı gayet iyi. Konuşmak istediğim şey de onunla ilgili ama sorun bedeninde değil sanırım ruhunda. Bahar, akşam görüşelim sana hepsini anlatacağım.”
“Tamam, nerede?”

Ayşen’le telefonda görüştüğümüzde bu kez öncekilerden farklı şeyler konuşacağımızı sezmiştim. Konu yine Nihat’tı mutlaka ama bu kez ne kadar mutlu olduklarından değil, aralarında çıkan problemlerden konuşacaktık sanırım.

Akşamüzeri buluştuğumuzda gözüme ilk çarpan şey kızıl saçları oldu. Evet, tahmin ettiğim gibi aralarında bir sorun vardı. Ayşen, Nihat’ın aşırı kıskançlıklarından bunalmıştı ve onu ruh hastası olarak görüyordu. Daha da önemlisi Nihat’ın hayatında başka bir kadının varlığından şüpheleniyordu. Eve geç saatlerde içkili geliyordu. Kimdi bu kadın? Benden yardım etmemi istiyor, bunu kesinleştirdiğinde de Nihat’tan boşanmayı düşünüyor, dahası beni şahit yazdırmak istiyordu. Hastalıklı bir birlikteliği sürdürmek istemiyordu Ayşen, çünkü karnındaki bebeği düşünmek zorundaydı. Evet, Ayşen birbuçuk aylık hamileydi.

***
Boşanırsak şahidim olur musun?

***

Bahar, bunlar benim senin için seçtiğim sözcükler değil.
Sen böyle yaşayarak benim yazdıklarımın dışına çıkıyorsun. 
Benim sana soluklanman için verdiğim üç-beş sayfanın içine sığamıyorsun.
Sonra canın acıdıkça dönüp yaralarını bana gösteriyorsun.
Bahar...
Bir yazar öyküsünün kahramanına kötülük yapar mı sence?

***

“Seni rahatsız ettiğimi biliyorum ama yarın benimle birlikte hastaneye gelebilir misin?”
“Ne oldu?”
“Bebeği aldırmaya karar verdim.”
“Karar mı verdin? Nihat’ın bundan haberi var mı?”
“Hayır. Olmasını da istemiyorum.”
“Peki ama neden? O bebeği istediğini düşünüyordum”
“Evet ben istiyorum ama...”
“Aması ne Ayşen? Nihat’la ilgili mi? O mu istemiyor bebeği?”
”Bunları sonra konuşabilir miyiz? Gelecek misin?”
“Tamam.”
“Peki, yarın ararım seni.”

***

Hastaneye giderken çok suskundu Ayşen. Bir gece önce Nihat’la tartışmışlar, Nihat’ın yine kıskançlık krizleri tutmuş ve o bebeğin kendisinin olmadığını ima etmişti. Bu tartışmanın sonunda Ayşen bebeği aldırmaya karar vermiş ve beni aramıştı.
Ayşen haklıydı. Nihat’ın kıskançlığı hastalık derecesindeydi. Çünkü benimle birlikteyken de sürekli Ayşen’i çok sevdiğinden, herkesten kıskandığından, onun eski sevgilisini aklından çıkaramadığından söz eder dururdu. Hem Ayşen’i çok seviyor, hem de onun yanındayken kendisine olan güvenini yitiriyordu. Ve bu güvensizlikle belki de, onu zapdetmeye çalışıyor ve dozunu kaçırıyordu. Ayşen çok uçarı, asi, son söyleyeceğini ilk söyleyen biriydi. Nihat’ın ona karşı zayıf olduğunu biliyor, cinsellik dahil bunu her fırsatta değerlendiriyordu. İkisi de bir yana, içimde biraz sonra yokolacak o bebeğe karşı garip bir şey hissediyordum. Belki onun için hastane odasında doktoru beklerken yeniden sordum ona; “Bebeği istemediğine emin misin? Yanlış bir şey yapıyorsun gibi geliyor bana.” Yanıtı gözünü kırpmadan verdi; “Sen olsaydın doğurur muydun?”

Ben olsaydım ne yapardım emin değilim. Nihat’a duyduğum tutku yüzünden her şeye razı olur, ondan bir parçayı yaşamımın sonuna kadar yanımda, yakınımda tutmak isterdim herhalde.

***

Ayşen, bebeğini aldırdıktan sonraki zamanını Nihat’ı suçlamakla geçirdi. Ondan iyice uzaklaşıp, onu zedelemek ve aşağılamak için her türlü hakareti yapmaktan çekinmedi. Gururu kırılan Nihat ise her seferinde yaralarını göstermek için bana koştu. Bense bazen abla, bazen anne, bazen kulağına romantik şeyler fısıldayan bir sevgili, bazen de yatakta mükemmel olduğun söyleyen bir orospu oldum. Onu yücelttim. Onu önemsedim. Ona şefkat gösterdim. Onu sevdim. Sonunda iyileştirdim ve geri gönderdim. İşte böylece ben de Nihat’ın bağımlılıkları arasına girdim. O bunun ne kadar farkındaydı bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı; o da onsuz olamayacağım. Onsuz hiçbir şey yapamıyordum. Koşulsuz bir sevgiydi bu. Benim olmayacağını biliyordum, dahası Ayşen’e duyduğu tutkuyu biliyordum. İkisi de hastalıklı bir birlikteliğin içinde iyileşemez durumda sürdürüyorlardı yaşamlarını.

Ben bekliyordum. Nihat’ın beni günlerce aramamasına alışmaya çalışıyordum. İzin günlerimde odamdan çıkmadan ondan telefon bekliyordum. Bazen üstüste üç gün günde beş kez arar, saatlerce konuşmak ister; bazen de iki ay aramadığı olurdu. Bilirdim; aramadığı zamanlarda Ayşen’le herşey yolunda giderdi çünkü... “Bana bir bira ısmarlasana” dediği zamanlarda ise ateşinin yeniden yükselmeye başladığı zamanlara karşılık gelirdi. Bunu bilirdim; yine de giderdim. Giderdim ve onunla sevişirdim. Giderdim ve Ayşene olan aşkını, kıskançlıklarını dinlerdim. Sesimi çıkarmadan, uysal bir kedi gibi dinlerdim. Onu evine gönderdikten sonra evime gider, odama çekilir ve yaralarımı yalaya yalaya iyileştirmeye çalışırken uyurdum. Düşlerimde hep elleri...

***

“Bu kadarı fazla ama” ile başlayan bir cümle kurmaya kalktığımda beni duyamayacak kadar yorgundun Bahar. Seni azarlamak, bağırıp çağırmak, öyküden uzaklaştırmak istemiyordum. Çünkü bu senin öykündü;  canın acısa da yaşayacaktın. Sen razıydın bu role ama ben değildim. Yine de sustum. Hani bir sözcük vardır senin dilinden düşmeyen; sonsuzca dersin hep... sonsuzca sustum.

“Aklını başına topla Bahar! Neden bu kadar hüznü tek başına yaşamak zorunda kalasın ki? Ne için? Kimin için? Bir başka boyutuna geç yaşamının ve daha mutlu öykülerin kahramanı ol!” demek istedim öykünün başından beri sana, ama diyemedim. Hoş, deseydim de beni dinleyecek miydin? Hayır!

***

“Birkaç güne kadar Ankara’ya gideceğiz. Ayşen’i bir müddet ailesinin yanına bırakacağım. Ayrı kalmak ikimize de iyi gelecek diye düşündük.”
“Bir müddet ne kadar?”
”Bilmiyorum. İkimizin de düşünmeye ihtiyacı var. İlişkimizi gözden geçirmemiz lazım. Artık kontrolümden çıkmaya başladı herşey...”
“Kontrolünü elinde tutamadığın ne var Nihat?”
”Herşey! İşin içinde Ayşen olunca herşey kontrolümün dışına çıkıyor Bahar. Konuşamaz olduk. Evliliğimizin ilk aylarında yatağa girince kendiliğinden çözülüyordu sanki herşey. Artık öyle değil. Benimle birlikte olmak istemiyor. Dahası aşağılamaları dayanılmaz oldu.”

***

Bedensel olmasa da ruhsal olarak çok kötü durumdaydı Nihat. Ve o ikisinin sonlarını kendilerinin hazırladıklarını izliyordum usul usul. Birkaç gün sonra Ankara’ya gittiler.  Üç dört gün kadar sonra Nihat’tan bir telefon geldi; yoldan arıyordu.

***

“Bu akşam İzmir’de olacağım ortak. Sana bir bira ısmarlayacağım, eğer istersen tabii...”
“İlk kez ‘ben ısmarlayacağım’ dedin, farkında mısın?”
“Peki, sen ısmarlamak için ısrar ediyorsan, sen ısmarla. Aynı saatte aynı yerde. Sana bir sürprizim var ama akşamı beklemelisin.”
“Sen geleceksen, ben beklerim biliyorsun.”

***

Nihat o gece gelmedi. Gece yarısına kadar bekledim ve evini aradım. Hiç kimse çıkmadı telefona. Bu, Nihat’ın daha önce de yaptığı bir şeydi. Arar, randevu verir ve gelmezdi. Sonra da uzunca bir müddet ortalarda görünmez; bir hafta, bir ay sonra ansızın çıkardı ortaya. Ve hiç açıklama yapmazdı. Zaten o bana hiçbir zaman, hiçbirşeyin açıklamasını yapmadı. Ben de ondan yaptığı ya da yapmadığı şeyler yüzünden bir açıklama beklemedim. Dedim ya ben Nihat’ı “rağmen” sevdim. Onun isteği ve izin verdiği kadar ona sokuldum, dahasını istemek onun özeline kirli ayaklarımla girmek gibi olurdu. Ya da ben öyle hissettim.

Sabaha karşı telefon sesiyle uyandım. Ayşen’di arayan. Sesi kötü geliyordu. Konuşamayacak kadar kötü. Yalnızca iki kelime söyledi ve kapattı telefonu. “Nihat... kaza... üzgünüm” gibi sözcükleri anlayabildim sadece. Aslında daha fazlasını öğrenmek de istemedim hiç.

Ayşen... Bildiğim kadarıyla o olaydan sonra bir daha İzmir’e hiç dönmedi. Bir gün gelip eşyalarını apar topar alıp Ankara’ya gitti. Bir iki kez telefonla görüştük. Son görüşmemizde bana ‘keşke söylemeseydi’ dedirten şeyler söyledi.
“Sana geliyordu biliyor musun?”
“Bu ne demek oluyor Ayşen? Ne demek sana geliyordu?”
“Birlikte Ankara’ya geldik. Ben kalacaktım, o ise İzmir’e dönecekti. İlişkimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini söyleyip duruyordu uzun zamandır. Benim Ankara’da kalmamın ikimiz için de en doğrusu olduğu konusunda beni ikna etti. Ama daha buraya geldiğimiz ilk akşam tartıştık. Birbirimizi çok kırdık Bahar. Bu birlikteliğin bu şartlarda yürüyemeyeceğini, ayrılmamızın ikimiz için de en doğru olacağını söyledim ona. Anlamış, ikna olmuş gibiydi. Sonra bana bağırmaya başladı. Benimle evlenmekle yanlış yaptığını, onu hasta ettiğimi ve onu yalnız senin iyileştirdiğini, sık sık görüştüğünüzü söyledi. Söyledikleri doğruydu değil mi Bahar?”
“Evet”
“Artık bir önemi var mı bilmiyorum ama yine de söylemek istiyorum; biz Nihat’la hiç iki kişi yaşamadık biliyor musun? Sen hep vardın bir yerlerde... Hep vardın, onun için belki de ...”
“Bunları konuşmak istemiyorum Ayşen. Yanlış neydi, doğru kimdi, hangimiz dürüsttü en çok, kim en çok yalan söyledi, hangimiz daha çok sevdi onu... bütün bunları konuşmak istemiyorum. Ben...”

***

 Gitmek zorundasın Bahar.
Bu öyküden çıkınca herşey düzelecek inan bana.
Artık bitti.
Bir vapura binip başka bir öyküye gitmeye ne dersin?
Yeni bir öykü, yeni duygular demek; yeni düşler, yeni hayal kırıklıkları, yeni umutlar, yeni acılar ve yeni sevinçler  demek...
Gitmelisin...
Bu kez son,
bu
kez
son
Bahar...

 ***


 “Kadın, yeni bir öyküye giden köhne bir vapurun güvertesinde oturmuş, kumral saçlarına iliştirdiği tokayla oynuyordu. Henüz sonbaharı anımsatan bir ismi bile yoktu...”



Eylül
1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder