Düş/Sel
Yağmur istiyorum.
Sağanak halinde...
Her bahar aşık olanlara
inat, her Eylül yağmur isterim ben. Çok hastalıklı isterim ama. Yani takıntı
halinde isterim. Yok olmazsa, hava günlük güneşlikse eğer sabah uyandığımda;
öyle dertlenmem tabi kendi kendime. Ama hiç kurmadığım kadar hayal kurarım bu
seferde. (Ben Eylül dışında hiç hayal kurmam biliyor musun?)
Düşbir
Verandalı
bir ev düşlüyorum. Bu düşün en güzel yerine yağmur yağıyor. Benim gibi asla
şemsiyesi olmayan biri için abartıp sağanağa dönüyor yağmur. (Hayaller, o kadar
da kötü değiller aslında) Veranda ıslanıyor. Kedi, aralık kapıdan içeriye,
rengi solmuş koltuğun üzerine çıkıyor ıslak patileriyle. Döşeme ıslanıyor.
Tüylerini yalıyor. Sokak griye dönüyor. Dışarıda oynayan birkaç çocuğun sesleri
kesiliyor.
Müziği
eksik bu hayalin. Hayaller eksik olmamalı oysa! Müzik! Klasik? Olabilir...
Eeee... şarap ve elma lazım bir de... Harika! Düşlemenin en güzel yanı bu
olmalı. Yerinden kıpırdamadan herşey elinin altında.
Yağmur!
Hemen!
Müzik!
Hemen!
Şarap!
Hemen!
Şimdi
çorap istiyorum; bir de mor renkli bir şal... Niye mor? Bu hayalin rengi mor
olmalı da ondan. İşte omuzlarımda!
Dizlerimi
karnıma çekip, dışarıyı görebileceğim bir yere oturmak istiyorum. Evet... Bu
harika! Kedicik ayaklarıma sokulup uyuyor. Bu hayvancığa bir isim bulmalı.
Haroşa olsun. Niye? Bilmiyorum.
Niye
yalnızım ben sahi? Yalnız olmak istemiyorum. Keşke bunu daha önce
düşleseydim. Yağmuru düşlemeden
önce düşünseydim. Nasıl gelecek şimdi buraya? Sırılsıklam olur. Hayallerimde bile
“olmaz”larımla uğraşıyorum ya aferin bana yani... Şimdi bir kapı sesi
düşlemeli... Kapı! Çalıyor işte... (Canım düşlerim) Haroşa uyanıyor ama
yerinden kalkmıyor. Şöyle bir gerinip yeniden uykuya dalıyor.
Bir kitabım eksikti,
haklısın. Ne iyi ettim de şiir kitabı düşü kurdum. İşte elimde! Şimdi sen kanepenin
diğer ucuna, evet oraya otur ve bana şiir oku... Bilmiyorum hangi şiiri
dinlemek istediğimi... Biraz Atilla İlhan, biraz Metin Altıok, biraz Edip
Cansever... Oku sadece... Şiirden önce biraz şarap ve elma ister miydin? Peki,
istediğin zaman kendine doldur, istemiyorsan ısrar edemeyeceğim ve kalkıp sana
hizmet edemeyeceğim çünkü böyle bir hayalim yok. Bu bencil bir düş.
Yağmur...
Hayaller bekleyebilir
mi? Gerçek dünya ile yüzleşmem lazım kısa bir süre için. Ben dönünceye kadar
yağmur dinmese... Haroşa uyanmasa.... Şarap ısınmasa... Sen gitmesen.... Ben
dönünceye kadar biraz daha şarap doldursan bana mesela. Müziği değiştirsen.
Başka bir dizeye geçsen. Şalımı attığım yerden katlama! Çoraplarımı çekmeceye
kaldırma! Elma tabağını yıkama! Sadece sessizce bekle olur mu, düşlerime geri
geleceğim...
düşiki
Kapının sesini duyuyorum
içeriye girer girmez. Gidiyorsun. Arkandan gelmiyorum; pencereden, camın
ardından bakıyorum sadece. Yağmurda kayboluyorsun; griliğin içinden siyah
hırkan seçiliyor belli belirsiz, sonra o da kayboluyor. Kanepenin üzerinde izin
duruyor ama içimde bir iz bırakmıyorsun. Kitabı açık bırakmışsın, Haroşa’nın
hemen yanında duruyor. Edip Cansever soluklanıyor ellerimde; “İnsan iki
kişi olmalı değil mi/en azından iki kişi/sen yalnızsın/yalnızlığın her zamanki
ikindisi...”
Gidenlerin yasını tutmak
için yağmur düşlerine yatmadım ben. Gidişine dair bir şey de yok hayalimde onun
için. Belki yıllar sonra sağanak halinde aklıma gelirsen, griliğin içine
düşen siyah bir leke gibi anımsarım seni.
Yıllar sonra, sağanak
halinde anımsarım...
Şalım... Mor sıcağım...
Nihayet uyandın Haroşa.
Acıkmış olmalısın. Ona ve kendime makarna yapayım. Hatta sofra hazır olsun...
Hatta doymuş olalım. Düş bu!
Müzik bitmiş.
Değiştirmeli.
Yağmur? O devam etmeli.
Sen? (…)
Sokaktan çocuk sesleri
geliyor yine. Annelerini kandırmış ve kendilerini yağmura bırakmış olmalılar.
Çocukken de çok severdim yağmuru. Annem elime şemsiye tutuşturur bakkala gönderirdi.
Gidip gelene kadar hiç açmazdım şemsiyeyi. Okuldan eve gelirken de özellikle
yağmur yağıyorsa otobüse binmez, yürürdüm. Sonrasını düşünmezdim hiç. Hasta
olabileceğimi mesela... Bedel ödemekle ilgili yaşanmışlıklarım ve ödediğim
bedelleri not aldığım bir hesap defterim yoktu o yaşlarda. Şimdi bedel ödeme
korkusundan sadece düşünü görüyoruz yağmur altında ıslanmaların...
Düş(t)üm...
Düşmeler çoğaldıkça,
yaşam (aslında bizim kocaman bir taş gibi gördüğümüz ama aslında küçücük bir
kum tanesi olan yaşam) yüreğimize çelme takıp bizi düş/ürdüğünde düş(üş)lerimiz
çoğalıyor...
Yağmur devam ediyor.
Düş(me)lerden dolayı olmalı; bedenim ağrıyor. Biraz uyumalı... mı? Telefon
çalıyor. Fişini çekme ya da açıp “herkimsenizsizinlekonuşmakistemiyorum!” deme
özgürlüğüne sahibim. (Canım düşlerim)
Sessizlik istiyorum...
Hala eksik birşeyler var
bu düşte...
Koku eksik... Tütsü
yakmalı bir köşeye... Kapı! Yine çalıyor! Oysa böyle bir şey düşlememiştim. Bu
da nereden çıktı şimdi? Bu bencilce bir düştü sadece. Kimsesiz düş/tü.
İnsansız. Sen de onun için gitmedin mi zaten. Sadece bir kokuya kapıyı aralamış
olabilir miyim? Sadece bir kokuyu böylesine düşleyebilir miyim? Bir koku bu
kadar acıtır mı insanın canını düşte bile? Sokulabilir mi kapı aralığından
yağmur kokusuna karışıp? Haroşa uyanıp açık bulduğu kapı aralığından dışarıya
koşturuyor ve gözden kayboluyor.
Senin gelip gelip
gidişlerini görmezden gelebilirim; bunu yapabilirim evet ama bu kokuyu
duymazdan gelebilir miyim? Kapıyı kapatıp içeriye giriyorum. Kanepenin kıyısına
ilişip dışarıya bakıyorum, yağmura ve artık duymuyorum sağanak halindeki
kokunu...
Yağmur dindi.
Biraz gül toplamalı
bahçeden...
Müziği susturmalı...
Haroşa’yı çağırmalı...
Düş/tüğü yerden
kaldırmalı şu çocuğu...
“Geliyorum!” diye susmalı
yaşama.
düşü(ş)ç
Sağanak halinde susmalı...
2003 - Karaburun
düşlemeli ve düşleri dizelemeli ve yaymalı onları dünyaya çünkü birlikte düşlemeli düşlere ortak bularak...
YanıtlaSilBiryorumdusmusum.birdahadusmekistedimbugun.zazie
YanıtlaSil