21 Mayıs 2012 Pazartesi

Düş/Sel


Düş/Sel

Yağmur istiyorum. Sağanak halinde...
Her bahar aşık olanlara inat, her Eylül yağmur isterim ben. Çok hastalıklı isterim ama. Yani takıntı halinde isterim. Yok olmazsa, hava günlük güneşlikse eğer sabah uyandığımda; öyle dertlenmem tabi kendi kendime. Ama hiç kurmadığım kadar hayal kurarım bu seferde. (Ben Eylül dışında hiç hayal kurmam biliyor musun?)

Düşbir


Verandalı bir ev düşlüyorum. Bu düşün en güzel yerine yağmur yağıyor. Benim gibi asla şemsiyesi olmayan biri için abartıp sağanağa dönüyor yağmur. (Hayaller, o kadar da kötü değiller aslında) Veranda ıslanıyor. Kedi, aralık kapıdan içeriye, rengi solmuş koltuğun üzerine çıkıyor ıslak patileriyle. Döşeme ıslanıyor. Tüylerini yalıyor. Sokak griye dönüyor. Dışarıda oynayan birkaç çocuğun sesleri kesiliyor.

Müziği eksik bu hayalin. Hayaller eksik olmamalı oysa! Müzik! Klasik? Olabilir... Eeee... şarap ve elma lazım bir de... Harika! Düşlemenin en güzel yanı bu olmalı. Yerinden kıpırdamadan herşey elinin altında.

Yağmur! Hemen!
Müzik! Hemen!
Şarap! Hemen!  
Şimdi çorap istiyorum; bir de mor renkli bir şal... Niye mor? Bu hayalin rengi mor olmalı da ondan. İşte omuzlarımda!

Dizlerimi karnıma çekip, dışarıyı görebileceğim bir yere oturmak istiyorum. Evet... Bu harika! Kedicik ayaklarıma sokulup uyuyor. Bu hayvancığa bir isim bulmalı. Haroşa olsun. Niye? Bilmiyorum.

Niye yalnızım ben sahi? Yalnız olmak istemiyorum. Keşke bunu daha önce düşleseydim.  Yağmuru düşlemeden önce düşünseydim. Nasıl gelecek şimdi buraya? Sırılsıklam olur. Hayallerimde bile “olmaz”larımla uğraşıyorum ya aferin bana yani... Şimdi bir kapı sesi düşlemeli... Kapı! Çalıyor işte... (Canım düşlerim) Haroşa uyanıyor ama yerinden kalkmıyor. Şöyle bir gerinip yeniden uykuya dalıyor.

Bir kitabım eksikti, haklısın. Ne iyi ettim de şiir kitabı düşü kurdum. İşte elimde! Şimdi sen kanepenin diğer ucuna, evet oraya otur ve bana şiir oku... Bilmiyorum hangi şiiri dinlemek istediğimi... Biraz Atilla İlhan, biraz Metin Altıok, biraz Edip Cansever... Oku sadece... Şiirden önce biraz şarap ve elma ister miydin? Peki, istediğin zaman kendine doldur, istemiyorsan ısrar edemeyeceğim ve kalkıp sana hizmet edemeyeceğim çünkü böyle bir hayalim yok. Bu bencil bir düş.

Yağmur...

Hayaller bekleyebilir mi? Gerçek dünya ile yüzleşmem lazım kısa bir süre için. Ben dönünceye kadar yağmur dinmese... Haroşa uyanmasa.... Şarap ısınmasa... Sen gitmesen.... Ben dönünceye kadar biraz daha şarap doldursan bana mesela. Müziği değiştirsen. Başka bir dizeye geçsen. Şalımı attığım yerden katlama! Çoraplarımı çekmeceye kaldırma! Elma tabağını yıkama! Sadece sessizce bekle olur mu, düşlerime geri geleceğim... 


düşiki

Kapının sesini duyuyorum içeriye girer girmez. Gidiyorsun. Arkandan gelmiyorum; pencereden, camın ardından bakıyorum sadece. Yağmurda kayboluyorsun; griliğin içinden siyah hırkan seçiliyor belli belirsiz, sonra o da kayboluyor. Kanepenin üzerinde izin duruyor ama içimde bir iz bırakmıyorsun. Kitabı açık bırakmışsın, Haroşa’nın hemen yanında duruyor. Edip Cansever soluklanıyor ellerimde; “İnsan iki kişi olmalı değil mi/en azından iki kişi/sen yalnızsın/yalnızlığın her zamanki ikindisi...”

Gidenlerin yasını tutmak için yağmur düşlerine yatmadım ben. Gidişine dair bir şey de yok hayalimde onun için. Belki yıllar sonra sağanak halinde aklıma gelirsen, griliğin içine düşen siyah bir leke gibi anımsarım seni.

Yıllar sonra, sağanak halinde anımsarım...

Şalım... Mor sıcağım...
Nihayet uyandın Haroşa. Acıkmış olmalısın. Ona ve kendime makarna yapayım. Hatta sofra hazır olsun... Hatta doymuş olalım. Düş bu!

Müzik bitmiş. Değiştirmeli.
Yağmur? O devam etmeli.
Sen? (…)

Sokaktan çocuk sesleri geliyor yine. Annelerini kandırmış ve kendilerini yağmura bırakmış olmalılar. Çocukken de çok severdim yağmuru. Annem elime şemsiye tutuşturur bakkala gönderirdi. Gidip gelene kadar hiç açmazdım şemsiyeyi. Okuldan eve gelirken de özellikle yağmur yağıyorsa otobüse binmez, yürürdüm. Sonrasını düşünmezdim hiç. Hasta olabileceğimi mesela... Bedel ödemekle ilgili yaşanmışlıklarım ve ödediğim bedelleri not aldığım bir hesap defterim yoktu o yaşlarda. Şimdi bedel ödeme korkusundan sadece düşünü görüyoruz yağmur altında ıslanmaların...

Düş(t)üm...

Düşmeler çoğaldıkça, yaşam (aslında bizim kocaman bir taş gibi gördüğümüz ama aslında küçücük bir kum tanesi olan yaşam) yüreğimize çelme takıp bizi düş/ürdüğünde düş(üş)lerimiz çoğalıyor...

Yağmur devam ediyor. Düş(me)lerden dolayı olmalı; bedenim ağrıyor. Biraz uyumalı... mı? Telefon çalıyor. Fişini çekme ya da açıp “herkimsenizsizinlekonuşmakistemiyorum!” deme özgürlüğüne sahibim. (Canım düşlerim)
Sessizlik istiyorum...

Hala eksik birşeyler var bu düşte...
Koku eksik... Tütsü yakmalı bir köşeye... Kapı! Yine çalıyor! Oysa böyle bir şey düşlememiştim. Bu da nereden çıktı şimdi? Bu bencilce bir düştü sadece. Kimsesiz düş/tü. İnsansız. Sen de onun için gitmedin mi zaten. Sadece bir kokuya kapıyı aralamış olabilir miyim? Sadece bir kokuyu böylesine düşleyebilir miyim? Bir koku bu kadar acıtır mı insanın canını düşte bile? Sokulabilir mi kapı aralığından yağmur kokusuna karışıp? Haroşa uyanıp açık bulduğu kapı aralığından dışarıya koşturuyor ve gözden kayboluyor.

Senin gelip gelip gidişlerini görmezden gelebilirim; bunu yapabilirim evet ama bu kokuyu duymazdan gelebilir miyim? Kapıyı kapatıp içeriye giriyorum. Kanepenin kıyısına ilişip dışarıya bakıyorum, yağmura ve artık duymuyorum sağanak halindeki kokunu...

Yağmur dindi.
Biraz gül toplamalı bahçeden...
Müziği susturmalı...
Haroşa’yı çağırmalı...
Düş/tüğü yerden kaldırmalı şu çocuğu...
“Geliyorum!” diye susmalı yaşama.
düşü(ş)ç
Sağanak halinde susmalı...


2003 - Karaburun

2 yorum:

  1. düşlemeli ve düşleri dizelemeli ve yaymalı onları dünyaya çünkü birlikte düşlemeli düşlere ortak bularak...

    YanıtlaSil
  2. Biryorumdusmusum.birdahadusmekistedimbugun.zazie

    YanıtlaSil