Geç kalmış bir teşekkür
Küçük
bir bakkal dükkanı vardı 89 sokakta.
Bu
sokak öyle sıradan bir yığın beton konutun olduğu, apartmanların birbirinin
yüzüne yakından baktığı bir sokak değildi ama. Daha çok iki ya da tek katlı
evler vardı. Bazıları cumbalıydı. Her evin bahçesinde yasemin çiçekleri ve
güller de vardı ama ben gülü sevmezdim pek. Hala sevmem. Çevresindeki
sarmaşıklar gizlerdi 20 no.lu bakkal dükkanını.
Asık
yüzlü, koca göbekli, gömleğinin kolları sıvalı, kalın belinde kirli bir önlüğün
asılı olduğu bakkal tiplemelerinden farklı olarak o bakkalın güler yüzlü sahibi
bir kadındı. 18-19 yaşlarında evlenip köyünden gelir gelmez o bakkaldaki vita
yağı kutuları, açık bisküvi tenekeleri, deterjan kolileriyle uğraşmaktan yaşama
çok da bulaşmamış/bulaşamamış bir kadındı. Güzeldi. Bakkal dükkanına gelen
giden hemen hemen her müşterinin kocasına “bu gencecik kızcağızı bu dükkanda
niye tutuyorsun be adam... Gün gelir biri bi laf eder, gönlü kayar, cahildir...
sonra al başına belayı!” denilecek kadar güzel bir kadındı. 34 yılını o bakkal
dükkanının tezgahının arkasında tüketti.
Bana
çok büyük görünüydü sarmaşıklı bakkal. Bir de sanırım çok dağınık... Her taraf
boş şişeler, bira kasaları, koliler kaplıydı. Tavanı yüksekti. Ya da ben çocuk
olduğum için bana öyle gelirdi. Gıcırdayarak açılan ağır bir kapısı, Kordon’un
dalgalı taşlarını andıran taşları vardı tozlu zemininde.
89
Sokağa girilir girilmez çevredeki evlerden kadınların sesleri duyulurdu: “Güler
hanımmm!!!! Güler hanımmmm!!!” Güler hanım bakkal dükkanının önündeki
sarmaşıkları kenara çekerek başını sesin geldiği yöne çevirir sorardı...
“Efendim Birgül abla” Birgül abla her gün aynı saatte aynı şeyleri isterdi
zaten “Bir ekmek. Bir süt. 3 tane de Tekel Bira!” Ekmek akşam için. Bira öğlen
için. Süt torun için. Sonra buna benzer ihtiyaçlar mahallenin diğer hanımları
için sallanan sepetlere konulmak suretiyle “evlere servis” yapılırdı. Yağmur,
çamur, sıcak, soğuk, yorgun, hasta fark etmezdi; çünkü müşteri velinimetti.
Bakkal
dükkanının kapısından içeriye girer girmez karşıda suntalardan yapılan ekmek
teknesi vardı. Üzerinde veresiye defterleri... Onların da üzerinde sigaraların
dizili olduğu uzun-ince sigara tezgahları. Sağda Besler, Eti, Ülker teneke
kutuları, solda çikolatalar dururdu. Onların da altında içlerinde toz şeker,
un, pirinç, bulgur çuvalları...
Sanırım
mahalledeki tek katlı, yasemin kokan evler kat karşılığı müteahhite verilip
yerlerine uzun boylu binalar boy göstermeye başladığında önceleri gözüme çok renkli
görünen bu bakkal dükkanı beni boğmaya başlamıştı. Kepenginin taa arka
mahallelerden duyulan çirkin sesinden ürkmeye başladım önce. Sonra Birgül Hanım
dahil, tüm “hanım”lara (!) öfke duymaya başladım. Ardından mahalleden, doğduğum
cumbalı evden, yasemin kokularından ayrıldım. Ben ayrıldım ama Güler Hanım
hemen ayrılamadı. Genç kızlığını, kadınlığının en güzel zamanlarını,
çocuklarına ayıramadığı dakikaları, heveslerini, aşksızlığını, kısaca yaşamını
o bakkal dükkanında, sarmaşıkların yaprakları arasında yitirdi.
Bakkal
dükkanı 34 yıl sonra gür bıyıklı birine bir gün içinde devredilip, tası tarağı
toparladığında arkasına bile bakmadı Güler Hanım. Gür bıyıklı bakkalın ilk işi
sarmaşıkları kesip, gürültülü kepengi değiştirmek oldu. Ekmek teknesini değiştirdi.
Yerine; üzerinde “Lütfen elle değil, gözle seçiniz” yazan camekanlı bir
ekmeklik koydu. Vita tenekelerine artık sardunyalar dikildiği için görünürde
hiç yağ tenekesi kalmadı. Un-şeker-bulgur-pirinç çuvalları süslü paketlerle
değiştirildi. Diğerini başka bir şeyle... ötekini berikiyle değiştirdi...
Annem
34 yıl sonra evine, hasretini çektiği soba sıcağının dibinde kıvrılıp örgüsünü
örmenin keyfine, kendi bahçesinde çiçek yetiştirmenin keyfine kavuştu. Geriye
baktığında sarmaşıklı bakkalı pek de gülümseyerek hatırlamadığı(m) kesin.
Annem
şimdi benden kilometrelerce uzakta. Bu yazı çekilen sıkıntıların karşılığı
olmaz elbette ama belki bir teşekkür olur sana… Anneler Günü’n kutlu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder