13 Mayıs 2012 Pazar

Teşekkürler


Geç kalmış bir teşekkür

Küçük bir bakkal dükkanı vardı 89 sokakta.
Bu sokak öyle sıradan bir yığın beton konutun olduğu, apartmanların birbirinin yüzüne yakından baktığı bir sokak değildi ama. Daha çok iki ya da tek katlı evler vardı. Bazıları cumbalıydı. Her evin bahçesinde yasemin çiçekleri ve güller de vardı ama ben gülü sevmezdim pek. Hala sevmem. Çevresindeki sarmaşıklar gizlerdi 20 no.lu bakkal dükkanını.

Asık yüzlü, koca göbekli, gömleğinin kolları sıvalı, kalın belinde kirli bir önlüğün asılı olduğu bakkal tiplemelerinden farklı olarak o bakkalın güler yüzlü sahibi bir kadındı. 18-19 yaşlarında evlenip köyünden gelir gelmez o bakkaldaki vita yağı kutuları, açık bisküvi tenekeleri, deterjan kolileriyle uğraşmaktan yaşama çok da bulaşmamış/bulaşamamış bir kadındı. Güzeldi. Bakkal dükkanına gelen giden hemen hemen her müşterinin kocasına “bu gencecik kızcağızı bu dükkanda niye tutuyorsun be adam... Gün gelir biri bi laf eder, gönlü kayar, cahildir... sonra al başına belayı!” denilecek kadar güzel bir kadındı. 34 yılını o bakkal dükkanının tezgahının arkasında tüketti.

Bana çok büyük görünüydü sarmaşıklı bakkal. Bir de sanırım çok dağınık... Her taraf boş şişeler, bira kasaları, koliler kaplıydı. Tavanı yüksekti. Ya da ben çocuk olduğum için bana öyle gelirdi. Gıcırdayarak açılan ağır bir kapısı, Kordon’un dalgalı taşlarını andıran taşları vardı tozlu zemininde.

89 Sokağa girilir girilmez çevredeki evlerden kadınların sesleri duyulurdu: “Güler hanımmm!!!! Güler hanımmmm!!!” Güler hanım bakkal dükkanının önündeki sarmaşıkları kenara çekerek başını sesin geldiği yöne çevirir sorardı... “Efendim Birgül abla” Birgül abla her gün aynı saatte aynı şeyleri isterdi zaten “Bir ekmek. Bir süt. 3 tane de Tekel Bira!” Ekmek akşam için. Bira öğlen için. Süt torun için. Sonra buna benzer ihtiyaçlar mahallenin diğer hanımları için sallanan sepetlere konulmak suretiyle “evlere servis” yapılırdı. Yağmur, çamur, sıcak, soğuk, yorgun, hasta fark etmezdi; çünkü müşteri velinimetti.

Bakkal dükkanının kapısından içeriye girer girmez karşıda suntalardan yapılan ekmek teknesi vardı. Üzerinde veresiye defterleri... Onların da üzerinde sigaraların dizili olduğu uzun-ince sigara tezgahları. Sağda Besler, Eti, Ülker teneke kutuları, solda çikolatalar dururdu. Onların da altında içlerinde toz şeker, un, pirinç, bulgur çuvalları...

Sanırım mahalledeki tek katlı, yasemin kokan evler kat karşılığı müteahhite verilip yerlerine uzun boylu binalar boy göstermeye başladığında önceleri gözüme çok renkli görünen bu bakkal dükkanı beni boğmaya başlamıştı. Kepenginin taa arka mahallelerden duyulan çirkin sesinden ürkmeye başladım önce. Sonra Birgül Hanım dahil, tüm “hanım”lara (!) öfke duymaya başladım. Ardından mahalleden, doğduğum cumbalı evden, yasemin kokularından ayrıldım. Ben ayrıldım ama Güler Hanım hemen ayrılamadı. Genç kızlığını, kadınlığının en güzel zamanlarını, çocuklarına ayıramadığı dakikaları, heveslerini, aşksızlığını, kısaca yaşamını o bakkal dükkanında, sarmaşıkların yaprakları arasında yitirdi.

Bakkal dükkanı 34 yıl sonra gür bıyıklı birine bir gün içinde devredilip, tası tarağı toparladığında arkasına bile bakmadı Güler Hanım. Gür bıyıklı bakkalın ilk işi sarmaşıkları kesip, gürültülü kepengi değiştirmek oldu. Ekmek teknesini değiştirdi. Yerine; üzerinde “Lütfen elle değil, gözle seçiniz” yazan camekanlı bir ekmeklik koydu. Vita tenekelerine artık sardunyalar dikildiği için görünürde hiç yağ tenekesi kalmadı. Un-şeker-bulgur-pirinç çuvalları süslü paketlerle değiştirildi. Diğerini başka bir şeyle... ötekini berikiyle değiştirdi...

Annem 34 yıl sonra evine, hasretini çektiği soba sıcağının dibinde kıvrılıp örgüsünü örmenin keyfine, kendi bahçesinde çiçek yetiştirmenin keyfine kavuştu. Geriye baktığında sarmaşıklı bakkalı pek de gülümseyerek hatırlamadığı(m)  kesin.

Annem şimdi benden kilometrelerce uzakta. Bu yazı çekilen sıkıntıların karşılığı olmaz elbette ama belki bir teşekkür olur sana… Anneler Günü’n kutlu olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder