28 Kasım 2011 Pazartesi

Uçuk

Sabah. 
Saat 10’a geliyor... Bilgisayarımı açtım. Hastayım. Uçuk çıkmış dudaklarımda...
Canım sızlıyor. Ve dahası mutsuzum. Geçer ikisi de.
Ya da geçmez ama ben hasta ve mutsuz olduğumu unuturum gün içinde...

Ne kadar eski mektup varsa okudum.
Sözcüklerin gücüne bir kez daha inandım.
Senin sözcüklerinin bende ki gücüne...
İçim de sızlıyor şimdi hastalığımın ve mutsuzluğumun üstüne.
Geçer.
Geçmese de ben unuturum gün içinde...

Sana yazmak istiyorum yeniden.
Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Yeni bir öykü... Olmaz!
Yeni bir Cin-Sinbad masalı... Fena değil.
Yeni bir iç döküş... Sıradan! Çok sıradan!
Yeni bir merhaba... Iıhh! Sevmedim.
Eski bir merhaba... Ehhh! İdare eder.
Bilmiyorum gerçekten. Ama sana yazmak istiyorum yeniden. Ve yazılarını istiyorum yeniden.

Dün Akşam 

Yabancılaştım. Eve yani... Ne balkonun serinliği, ne mutfağın bordosu iyi etmiyor içimi.
Zilin üzerindeki parmak izini, duvardaki el izini, halıdaki ütü izini bırakıp deniz kenarında bir köy evine gitsem. Taşınsam artık, taşınır mı ki izler de benimle gittiğim/gidemediğim yere? atmalı. Geçer. Geçmese de ben unuturum akşamın uyuşukluğundan.

Gece Yarısı
Tabutunu orada öylece bırakmışlar. Toprağın üzerinde.
Tabutun üzerine dikdörtgen bir pencerecik açıyorum. Soluk alması lazım. Yoksa ölür.
Ama o öldüğü için burada zaten. Ama o çook önce öldüğü için artık burada bile değil zaten.
Ellerimi o küçük dikdörtgenden sokup orada mı değil mi bakabilirim. Uzatıyorum ellerimi dikdörtgenden içeriye. Artık kemikleri var. “Zaten zayıftın be çocuk. Sen zaten sarıldığımda da kemikliydin. Ölüyken de ellerime değen yine kemiklerin...” Bir bir topluyorum seni.
Kemiklerini. Kucaklıyorum sımsıkı. Sanki sırçadan biblolar taşıyorum. “Dikkat! Kırılır” sırça biblolar. Kucağımda kemiklerini taşıyorum.
Özlüyorum seni çok. Ter içindeyim. Saçlarım yarısına kadar ıslanmış.
Yatağın içine bakıyorum, sırçalar yok...
Dudaklarım acıyor.
Uçuk olacak sanırım sabaha... Geçer.

Şimdi
Saat 10.25
Bir ölüyü özler gibi özlüyorum seni bazen. Ona da, sana da ulaşmamın hiç ihtimali yok ya...
Ondan belki de. Çok sırçam var. Kaçık bir geceden emanet, uçuk bir sızım kalmış dudaklarımda. Geçer...
-Mİ?

Şimdi
Sus-ma zamanı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder