Kitaplığımda kareli kağıtlardan
yapılmış küçük gemiler var. Gidememişliklerimi sürekli anımsatan ve çekip
gitmeye özendiren kağıttan gemiler... Hiçbir denize açılmışlıkları yok. Hiçbir
dalga okşamadı henüz. Hiç tanışmadılar rüzgarla. Limana çekilmiş ve yıllarca
orada unutulmuş gibi duruyorlar öylece. Ve insana unutulmuşlarını
anımsatıyorlar ısrarla.
***
Yıllar önceydi. Ellerimi masanın
üzerinde amaçsız tutmamak içindi sanırım, yanımda duran kareli not defterinin
sayfalarından küçük gemiler yapmaya başladım. Bir yığın oldular. O konuşuyordu.
Ben katlıyordum. Konuşuyordu. Katlıyordum. Çok uzun konuştu.
“Bırak kağıttan gemiler yapmayı.
Çekip gidemiyorsun nasılsa.”
Elini uzattı, kağıt gemilerimden
birini aldı. Kalemini çıkarttı, üzerine çok sevdiğim o şairin, çok sevdiğim bir
dizesini yazdı ve şarap kadehimin içine bıraktı.
“Saçlarını aç…”
“Efendim?”
“Saçlarını aç dedim.”
“Niye?”
Yanıtlamadı. Elini uzattı
saçlarımı saran tokayı çıkarttı. Sadece, “Ne çok itiraz ediyorsun sen…” dedi bekleme odaları kadar sakin bir sesle.
Gemi, lal rengi bir denizde
yüzüyordu artık. Lal bir denizde ve bir fanusun içinde nereye kadar gidebilirdi
ki? Nefesimi rüzgar yapıp az öteye uğurladım ve bir yudum deniz suyu
dolaştırdım dilimin üzerinde. Başka dilde konuşan insanların kentinin ışıkları
görünüyordu karşı tarafta. Bizim denizle, onların denizinin arasında balıkçılar
gidip geliyorlardı. Karanlıkta görünmüyorlardı ama motor sesleri ve yüksek sesle
söyledikleri türküler duyuluyordu kısacık sürelerde.
“Bir türkü söylesene…”
“Ben türkü bilmem.”
“Şiir oku o zaman” Aklıma hemen
geliveren bir şiirin ilk mısrasını okuyorum. Kadehini kadehime vuruyor. “Şu
denizi dalgalandıralım” diyor. Dalgalandıralım.
“Sen git artık” diyorum
ağzımdaki yudumu bitirdikten sonra. Kadehimdeki şarabı işaret ederek, “Artık
gidemem” diyor, “Baksana gemim su almış” “O seni en yakın adaya kadar götürür”
diyorum. Gülüyor, “Sen bu denizde bir ada görüyor musun? Ben görmüyorum.”
“Gemiler, rüzgarı adalarla
aldatır. Adalar; ‘rağmen seven’ kadınlar gibidir biraz da... Yani, gemilerin gitmek isteyip de dümen
kıramadıkları yalnızlıklarıdır. Aslında her denizin adası yoktur. Bazen durup
durup iskele altlarına sokulmaları da bundandır. Bunu biliyor muydun?”
“Hayır” diyorum. “Ben her denizde
bir ada olduğunu sanıyordum... Sen git artık.” Duymazdan geliyor; “Bana bir
şiir daha oku…”
Şiir okumuyorum. Kadehimin
içindeki kırmızıya dönmüş kağıt gemiyi çıkartıp, şarap şişesinin mantarının
üzerine koyuyor. Üzerine yazdığı yazı akmış, harfler birbirine karışmış.
Masanın üzerinden bir kağıt gemi daha alıyor, üzerine bir şeyler yazıyor bir
kez daha ve kadehimin içine bırakıyor. Ceketini giyiyor ve bir kez daha gidiyor.
Kadehimdeki kağıt gemi uzakları
özendiriyor. Üzerinde onun el yazısıyla; “Ruhun Gemisi” yazıyor.
Başka dilde konuşan insanların
şehirlerinin ışıkları görünüyor belli belirsiz. Uzaktan motor ve türkü sesi
duyuluyor. “Haklısın” diyorum kendi kendime; Her denizin adası yoktur…”
Ben gemiydim;
YanıtlaSilNerden yağsan oradan yüzerdim…
Bir kağıt ötesi karanlık,
Bir kağıt ötesi intihar…